Gökdelenin Camını Kıranın Kim Olduğunu Biliyorum
Tahsin
Yücel’in Gökdelen isimli
yapıtını okuyup bitirdim ve kullanacağım kısımları belirledikten sonra kitapla
ilgili internette başkaca araştırma yapmak için harekete geçtim. Hayret,
eleştiri, deneme, tanıtım yapılan yazıların başlıklarının bile birbirine benzediğini
fark ettim. Aynı gün aynı anda aynı başlığı giren basılı yayınlarda gördüğüme
benziyordu bu. Garibime gitti, yazılan yazılar genelde 2018 yılında internete
yüklenmiş.
Ancak, yakın dönemde bir
yazıya rast gelemedim. O vakit, sırra göç etmeden önce Gökdelen’in camlarını
indiren bir yapıtı ve yazarın hayatını yazın dünyasına adamış Tahsin Yücel’i inceleyebilirim.
Burada bir yanlış anlaşılmayı düzelteyim. İnternette yazar ve yapıtı hakkında
yazılan yazılara bakılırsa “Tahsin Yücel Gökdelen yapıtında 2008 yılındaki ABD
-Türkiye ilişkilerine, dünya krizine gönderme yapmış.” deniliyor.
Tahsin Yücel kitabı 2006
yılında bastırdı. Romanın konusu ise 2073 yılında geçmekte. Eğer yazar, sonraki
baskılara kendisi eklemeler yapmadıysa, 2008 krizini ve milyonlarca insanın
evsiz işsiz kaldığı dönemi, 2006 yılnda yayımlanan romanında ele alması biraz
garip kaçardı.
2073 yılını konu almasından
yola çıkarak tahminim, Tahsin Yücel Gökdelen’i 2000 – 2003 yılında hazırlamaya
başlamış. 2008 ya da 2015 vs. vs. düşlediğini sanmıyorum. Kendisinin
olmayacağını bildiği bir vakit diliminde yetmiş yıl sonra işlerin hangi
boyutlara gideceğini yazarak görmeyi denemiş.
Bu ayarda bir yazarın yapıtını
daha önceden imgelemde tasarlaması, vakit dilimleri arasında kurduğu bağlar
oldukça sağlam görünüyor, parça parça notlar alması, yazacağı mekânları
gezmesi, diyalogları oturtması, iç dünyasında ve yakın çevresinde yapıtı tekrar
tartışması (Tahsin Yücel’in yayımlanmamış bir metnini başkasına gösterdikten
sonra acaba çalarlar mı korkusuyla takıntı düzeyinde yetenekleştiğini
arkadaşımdan duymuştum.), yazılanların edisyonu vs. en az üç yıl harcanmış.
Gökdelen’in bir distopya romanı olduğu iddia ediliyor. Bence değil. İlk
sayfalarda içimiz kararabilir. Kulaktan dolma bilgilerle değil, romanı son
sayfasına kadar okursanız, distopyacı romandan ziyade yeniden insanlık adına
yetmiş yıl sonrasına umut taşıyan bir yapıt olduğunu görebilirsiniz.
İstanbul, gökdelen işgali altında. Ekonomi hapı yutmuş, yoksul daha yoksul,
para pul iş konusunda her şeyi yapmaya hazır, zengin daha zengin, acımasız,
duyarsız. İstanbul’da laz müteahhit-mimar Temel Diker adında bir adamın aynı
boy aynı aynı renk aynı malzemeler kullanılarak yapılan gökdelenleri tarafından
işgal edilmiş. Temel Diker, Niw York’ta gördüğü her şeyin İstanbul’da olmasını
istiyor, tüm kenti kendi hayaline göre yeniden kurmak peşinde. Topkapı
Sarayı’nı yıkmayı bile düşünüp sonra tepki olur diye bundan vazgeçen biri.
“Yer çok güzel, New York
limanını aratmaz, ayrıca Topkapı Sarayı’nı yıkamayacağıma göre, hiç değilse
önünü kapatmış olacağım.” dedi Temel Diker. Can Tezcan gülmemek için kendini
zor tuttu. “Bunu da düşündün demek?” diye sordu.
“Evet, düşündüm.” dedi New
Yorklu kafasıyla.
“Topkapı Sarayı’ndan ne
istiyorsun ki? Tarihimizin en önemli tanıklarından biri, hem de çok güzel.”
“Olabilir ama benim kafamdaki
İstanbul’un bütünlüğünü bozuyor.” (A.g.y. sf:50)
Can Tezcan, eski kulağı
kesiklerden bir avukat. Can Tezcan’ı ise İnan Sabırcan inceliyor, güzel
tesadüf.
“2050’lerde, yani avukatlık
yaşamının ilk yıllarında, ülkenin büyük kentlerinde şaşırtıcı bir hızla
yaygınlaşan vurdulu kırdılı sol eylemler sırasında yakalanıp içeri atılmış
varlıklı Kenter çocuklarının değişmez savunucusu olarak ünlenmiş, demeçleri ve
fotoğrafları gazete ve televizyonlarda sık sık görünür olmuştu.” (A.g.y. sf:33)
Hitabet yeteneği kuvvetli,
tuttuğunu koparan türden bir avukatı tanımlarken yazar, geçmiş gözlemlerini,
analizlerini metne iyi yedirmiş.
“Saptırmacalarla başvurduğu,
zengin çocuklarının vitrinleri kırmalarının, Mercedes’leri ateşe vermelerinin,
üzerlerine göz yaşartıcı gaz sıkan güvenlik güçlerine daha güçlü gazlarla
karşılık vermelerinin birer GENÇLİK ÇILGINLIĞI olduğunu söyleyerek…”(A.g.y.
sf:34)
Temel Diker denen karakter,
kafasına koyduğunu yapan biri. Tüm İstanbul’u aynı boy, aynı renk aynı
malzemeden yapılma, gökdelenle doldurduktan sonra (Temel Diker, gökdelenlerini
3D yazıcılarla yaptığı için insan hatasına mahal vermiyor.) en son iki yaka
arasına anasının heykelini dikmek istiyor. Heykeli en iyi görülecek bir yer buluyor.
Ancak dikeceği gökdelenin olduğu yerde küçük bir arsa sahibi emekli öğretmen,
burasını satmak istemeyince hayalindeki gökdelenin yapımı aksıyor. Bunun
üzerine soluğu avukat Can Tezcan’ın yanında alıyor.
Can Tezcan, Temel Diker’e
yargının özelleşmesi gerektiğini, patronların yargıyı, orduyu, polisi her şeyi
kendine bağlarsa bu işin olabileceğini iddia ediyor. “ düşün bir
kere…yargıyı sen satın almışsın, tepesine de beni oturtmuşsun: karşımızda kim
durabilir o zaman?”(A.g.y. sf:47)
2016 yılında vefat eden Tahsin
Yücel her türlü günahına hatasına rağmen, insan soyunun salt iyi-salt kötü hep
kendi çıkarına çalışan bencil bir kurt olmadığını hissetmek istemiş. 83 yıllık
ömürde üretmiş, didinmiş, öğrenmiş bir yazın adamının, dil sevdalısının, her
şeyin boşa olmadığına inanmak istemesi kadar doğal bir tavrı olamaz. Beş dakika
öncesi, beş dakika sonrasına benzemeyen, yirmi dört saat gibi çok uzun bir
süreyi yalpalamadan geçiremeyen, bir gün öyle bir gün böyle, ne istediğini
bilmeyen, gördüğünü taklit edip, sürekli birbiriyle didişen, özgünlüğünün bile
taklit olduğunu anlamayan insandan umudu kesmemek, nihilizme kapılmamak için
Gökdelen’i okumalıyız.
İnan
Sabırcan
Bornova,
23.06.2020
* Gökdelen-Roman/Tahsin Yücel/ Can
Yayınları-2006/İstanbul