Yazın Alanının Generali Eleştiri Nedir?

 

En başta yazayım, Arapça kökenli olan edebiyyat sözcüğü yerine Türkçe olan yazın sözcüğünü kullanacağım.

İsviçreli bilim adamlarına göre değil, Amerikalı eğitim uzmanlarının yaptığı nesil sınıflandırmasına göre 1965-1980 arasında doğanlar X kuşağı diye tanımlanır.

Ülkemizde X kuşağın aşağılamak için kullanılan diğer adı Özal kuşağı gençliktir. 68-78 nesillerinin yaşadığı yenilgi, 12 Eylül, vs. vs. etkisi altında kalan, üstüne aile, çevre, yetişme tarzı, gelenekselci, kasabalı iflah olmaz hırs ile birleşince kişisel üretimler, eylemlilikler, yarışa hatta çözümsüz didişmelere dönüştü.

Bizim dönemde bize verilen mesajlar, bugünün, iki binli yılların tartışılmaz yasaları halini almıştır. Bize yazılı sözlü davranışla anlatılan yasaların bir kısmını aşağıdaki cümlelerde bulabilirsiniz:

*Sen kendi işine bak boş ver!

*Bu işten senin çıkarın ne? Para var mı para bu işlerde, varsa biz de girek!

*Ne olmuşsa olmuş aldırma sen dalgana bak!

*Dün dündür bugün bugün, sana ne be geçmişten!

*Sen önce ekmeğini eline al, sonra görüşelim!

*Aptal olma, kurnaz ol!

*İcat çıkartma başımıza!

*Okudun yazdın da ne oldu!

*Vız gelir tırıs gider!

*Düşün düşün boktur işin!

*Kibar konuşma, korkak sanırlar!

*Konuşma!

*Soru sorma canımı sıkma!

*Tatava yapma!

*Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!

 

Yukarıdaki sözlü/yazılı yasalara uyup verilene razı geldiyseniz bu iyidir: standartla savaşıp yenildiyseniz bu sizi bir serseriye, bir asiye, iflah olmaz bir “ütopyacıya, yalancıya” dönüştürmeli. Sonuç olarak ezilmeniz, dalga geçilmeniz, horlanmanız, linç edilmeniz gerekir. “Vasat çoğunluğun” saldırısı karşısında, dengeyi kaçırıp; intihar, alkol, uhu, oje, bali, tüp çekmek, öz yıkım denemeleri yapmak, rezalet çıkarmak, fikir dünyasında iyice ipe sapa gelmez şeylere batmak olarak geri dönüşler yapanlar yok değil.

Yukarıda yazan yasaların birçoğuna karşı gelip bildiğinizi yapıp, gençlik isyanınızın bir yerinde üstüne düşenleri yapıp es kaza başarılı olduysanız, tehlikeli bir şeydir bu. Nasıl olur da böyle olmuştur?

Bir gün arkadaşlarla tartışıyoruz, delikanlıyım, çocukluktan yeni çıkmışım, heyecan var, hormonlar, dünyanın değişeceğine dair iyimserlik yüzdem tavanda, konuşmam esnasında olmayacak bir yerde dinamik diye bir sözcük kullandım, nedir ne işe yarar, kabuğuyla mı yenir, çaya mı bandırılır bilmiyorum.

Arkadaşım bana dinamik sözcüğünün tanımını sordu, bir alay laf anlattım, yanıt vermek için kıvrandım. Elimde şimdiki gibi bir telefondan arama motoru sitesine sessizce girip saniyeler içinde öğrenme olanağı da yok. En son teslim oldum, dinamik nedir bilmiyordum. Dinamiğin ne olduğunu öğrenmek için Akhisar şehir parkının içindeki Halk Kütüphanesi Zeynelzade’ye gidip kütüphaneciden yardım alıp, sözlüklerde arayıp bulmanız, okuyup tekrar okuyup, bir daha okuyup, olmadı not alıp yolda yürürken okuduklarınızı ezberleyip tekrar laf arenasına indiğinizde rezil olmamak, ELEŞTİRİLMEMEK için, ibiğine dibine kadar bilmeniz gerekirdi.

Herkese, tekrar bilmenin, merakın, rezil olma, ELEŞTİRİLME korkusu ile kaynak taraması yapmanın nasıl bir duygu olduğunu anlatamayız. Bugün ise yılların verdiği deneyimle şunu diyebiliyorum, herkes kurtulamaz.

Ha tabi bir de herkesi kurtulmak zorunda mı, çok mu gerekli? Bilmiyorum.

19. yüzyılın sonu 20. Yüzyılın başında Amerikalı misyonerler, Lübnan’da misyoner kolejleri açıp Arapları eğitmeye başladıklarında amaçları Arap milliyetçiliğine sebebiyet vermek değildi, Amerikalılar, dinlerini yaymak dışında onlarla aynı dilde anlaşabilen, muhasebelerini tutacakları “uysal aşağılık kahverengi Araplar” yaratmak istemişlerdi, evdeki hesap çarşıya uymadı Arap milliyetçiliği gibi başka şeyler ortaya çıktı. Bazen bir şey yaparsınız ve beklenmedik sonuçlar yanında gelir. “Bazı olaylar, gerçekten yaşanmış bazı olaylar korkunçtur tabii ama daha da korkuncu hiç yaşanmamış olanlardır.”1

Bugün, elimizde bilgisayar, telefon tablet ile istediğimiz veriye istediğimiz anda ulaşabiliyoruz, kütüphaneye gitmeye gerek yok, ansiklopedi karıştırmaya gerek yok, bir bilene danışmaya gerek yok, (zaten hep haklı ve her şeyi bildiğimiz için bir bilen varsa o zaten biziz başkasının bilmesi ise umurumuzda olmaz.) oturduğunuz ya da yattığınız yerden arama motoruna aramak istediğinizi yazıp saniyeler içinde milyonlarca bilgiyi alabiliyoruz.

Bilginin paylaşılması, iletişim devrimi, internet belki “iyi” niyetlerle başladı, sosyal medya iyi niyetle başladı, sonrasında bilginin, bilgiyle birlikte, insan denetiminin, davranışların manipüle edilmesinin bir aracı haline geldi. Yani sosyal medyada, bir çiçek paylaşmanın, torunların resmini paylaşmanın, içlenip bir iki dize şiir, öykü paylaşmanın ötesinde davranışlar ve yönlendirmeler gelmeye başladı. İnsanların, toplulukların birbirini tanıyacakları, birbiriyle iletişime girip birbirleri hakkındaki önyargılarını yıkacakları, tartışmaların, ELEŞTİRİLERİN birbirlerine zarar vermeden, savaşmadan yapılacağı gri bir alan olarak tahayyül edilmişti.

Büyük ümitlerle işe başlayan sosyal medya, şu ara kabahat, hakaret, sidik yarışı, laf sokma, siyasi fikir ishali, gerekli gereksiz ifşaat ve suçlamalar, psikopati, “eleştiri” adı altında saldırılar, haysiyet ve kişilik haklarının ihlal alanı oldu. Diğer yandan aşırı bilgi bombardımanı, yarı-bilinçli, bilgiyi kullanmayı bilmeyen zır cahil, cahil, yarı-cahil, yeni-cahil, (Yeni-Cahil adını verdiğim gerçek hayatta var olan, sınıflar ve kimlikler üstü yeni kimliği başka bir yazıda inceleyeceğim. Yeni-cahilin ortaya çıkmasını sosyal medya sağladı.) heyecanlı kitlelere karşı bir silah, insan davranışlarını yönlendirme aracı haline geldi. Hatta o kadar yoğun bir bombardıman oluyor ki, bilinçli olduğumuzu sandığımız bizler bile durumu, bildiklerini unutup, usta girdiğimiz işlerden parmağını emen akılsız çırak gibi çıkıyoruz.

         Vasatlık bombardımanında tüm disiplinler yara aldığı gibi, en çok yara alan disiplin yazın alanı oldu. Nedenleri illaki vardır ama benim amacım bunları şu an burada yazmak değil. Düz yazı türleri ve şiir alanında rütbeleri sökülen bir generalden söz etmek istiyorum, zamanında tüm dengeleri sarsan ve uzun süredir reklam-tutundurma faaliyetinin altındaki sakıncalılar bölüğüne sürgüne gönderilen sakıncalı bir generalden. Özgür ve ayakları yere basan bir aklın yolunu düzleştiren, General Eleştiriden.

 

         Öncelikle şunu yazmak isterim, eleştiri, tür olarak diğer bilim-sanat-zanaat dallarından bağımsız değildir, bağımlı bir daldır. İnsana has, insanla birlikte var olan. Yazılı alanda daha önce tanımlandırılan eleştirileri okuduğumuzda, olmayan, yapılamayan, yapılmamış, düşünülmemiş, ortaya çıkmamış bir şeyi bir eseri eleştiremezsiniz. Eleştiri öncelikle var toprağını ayağını basar.

 

Kitabi Tanımıyla Eleştiri:

İyi bir eleştiri yapılabilmesi için tarafsız, nesnel, açık ve sade (şekersiz ;)), yapıtın özünün anlatımı, ve her şeyden önce iyi niyetli olması gereklidir.

Yazınsal eleştiri, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre: “Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle değerlendirerek anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazılan yazı türü, tenkit, kritik.”2

Başka bir kaynağa göre ise: “Bir sanat ya da düşünce eserini tanıtırken, zayıf ve güçlü yönlerini belirtme, bir yazarın gerçek değerini yansıtma amacıyla yazılan yazılara eleştiri (tenkit) denir. Eleştiri (tenkit); bir şeye kıymet biçme, o şeyi kıymetlendirme demektir. Aslı Yunanca "Kritikos" kelimesinden gelen "Critic" (hükmetme) karşılığı olarak dilimizde kullandığımız "tenkit" kelimesi "nakd" kökünden türemiştir. "Nakd", bir şeyi satın alırken verilen akçe, kıymet ölçüsüdür ve tenkit, o şeyi kıymetlendirme anlamını taşır. (F. A. Tansel, İyi ve Doğru Yazma Usûlleri, Cilt: I-II, s. 192)”3

         “Sanatın kaynağı cürettir. Ama asıl büyüklerin, gerçekten bir kişilikleri olanların cüreti yeni bir güzellik yaratır.” 4

“Sanatın ayrıntılı biçimleri kültürden kültüre değişkenlik gösterse de, sanat yapma ve yapılan takdir etme biçimleri her yerde birbirine yakındır. Felsefeci Denis Dutton yedi evrensel belirti tanımlamıştı.

1.    Uzmanlık ve virtüözlük. Teknik sanatsal beceriler üzerine çalışılır, bunların farkına varılır ve bu becerilere hayranlık duyulur.

2.    Faydacı olmayan bir haz duygusu. İnsanların sanattan sanat için keyif alır, sanatın onları sıcak tutmasını veya masaya ekmek koymasını beklemez.

3.    Tarz. Sanatsal nesneler ve sanat performansları, bunları herkesin fark edebileceği bir tarza sokan yaratım kurallarına uyar.

4.    Eleştiri. İnsanlar sanat eserlerini yargılayarak, takdir ederek ve yorumlayarak bir konuya parmak basar.

5.    Öykünmek. Müzik ve soyut resim gibi birkaç önemli istisna dışında, sanat eserleri dünyasal deneyimleri canlandırır.

6.    Özel ilgi. Sanat sıradan hayatta ayrı bir yerde tutulur ve bu deneyim sırasında büyük oranda bu işe odaklanılır.

7.    Hayal gücü. Sanatçılar ve onların izleyicileri, hayal gücü sahnesinde varsayımsal dünyaların hazzını yaşar.” 5

 

 

Uygulamada Eleştiri.

Filanca ağabeyin, ablanın yazdığından bir şey anlamadım ama haftaya feşmekanca dergisinde, akışı sade, anlatımı hızlı, doğunun, batının, kuzeyin, güneyin, poyrazın Kafkası, Polyannası, Marlon Brandosu, Türk’ün, Kürt’ün, Patagon’un, İsmanyol’un, Yozgat’ın Kant’ı, Pokahontası, Erasmus’u diye bir eleştiri-tutundurma yazısı yazacağım. Eee abi patron bile yüz bin baskı yapın dediyse vardır kerameti.

Eleman, güzel yazmış ama görmezden gelelim, tohumuna para mı saydık itin, sessizce boğalım, kafalar karışmasın. Aman dikkatli olalım, dümenimize bakalım.

(Bu başlıkla ilgili kimi yazarlar yıllarca yazdı, bodoslama herkesle dalaşmak, veya aman kimseyle kavga etmeyelim belki şans yüzümüze güler diye sessiz kalmak ya da arada sıkışmak. Zor iş. Herkese bodoslama girişsek kapris yapıyor, hırs yapıyor, kıskançlık, çocukluk yapıyor diye suçlanabilir üstümüzdeki görünmezlik pelerinini kalınlaştırabiliriz. Sessiz dursak tanıtımı yapılmayan, unutulan, unutturulan iyi yazıtların, yeni ve eski yazarların öldürülmesi demek olacak.)

***

Rütbeleri sökük, general eleştiri nedir?

Anadolu’da taşradaki hevesi kırılmış, maddi koşullara yenik düşmüş dil sevdalısı estetiğe, biçime, akışa değer veren, kendi halinde yazın öğretmeninin amatör çabaları mıdır?

Holdingin bastığı renkli kuşe kağıtlara yazılan çok resimle al al al al diye zihinlere ekilen bir reklam-manipülasyon aracı mıdır?

Halkın dikkatini çekemeyip, perdelenen bir yazarın diğerlerinden intikam alma aracı mı? İçi boş bir bardak mıdır, isteyenin içine su, isteyenin zehir doldurduğu?

         Kendi içinde sınırları çok belirli olmamakla birlikte illa bir sınıflandırma yapmak gerekirse, tarihi, yapısal, izlenimci(öznel), nesnel, sosyolojik, yazara dönük, okura dönük, esere dönük türleri bulunmaktadır.

Eleştiri türlerinin hududu nerede başlar nerede biter belli değildir. Alt başlıklarda eleştiri türleri keskin çizgilerle ayrılmaya zorlanmadıkça ve katı bilimsel yöntemlerle zapt altına alınmadıkça, açıkça yazan tarafından eleştiri türüne gönderme yapmadıkça birbirinden ayırt etmeye pek gerek yok. Eleştiri yazarı, bir yazı içinde birden fazla eleştiri türünden faydalanabilir, modüller- dokular arasında bağlantıların kurulması, yazının zengin ve daha az eksik kalmasına yardımcı olabilir. Birden fazla eleştiri türünü ve çözümleme bir yazıda kullanan sinema eleştirmeni ve sinema tarihçisi Zahit Atam’ı örnek gösterebilirim. “İnsan hayatında kendine dair bir sorgulama yaptığında, elbette gittikçe derinleşebilir, ama bir bilinmeyen her zaman karşısında kalacaktır, aynı şey insanın kendi benliğinden türettiği kahramanları ve karakterleri için de geçerlidir.”6

Eleştirinin en tehlikeli iki türü daha vardır, iyicil eleştiri, kötücül-yok edici eleştiri. Genelde eleştiri denildiğinde halkımızın ve konuyu bilmeyenlerin, sosyal medyada ileti okurken beyni akanların (yeni cahil) aklına ilk gelen sözcükler, hakaret, itip kakma, iftira, laf gömme, çarpıtma, hak yemedir. Türkiye’de ilk yazınsal eleştiri Namık Kemal tarafından Ziya Paşa’ya, Ziya Paşa’nın divan yazını güzellemesi yaptığı “Harabat” adlı üç ciltlik yapıtına karşı yazdığı “Tahribi Harabat”’tır. (Burada bile bir tahrip bir kavga var.:)) Ziya Paşa 1868 yılında Hürriyet gazetesinde kaleme aldığı anlatısında şiirin gelişmesi için halk yazınının yenileşmesini önerir. Altı yıl sonra halk yazınındaki yenileşmeyi küçümser ve divan yazınını övüp ön plana çıkarır. Belki burada bir kariyer atağı yapıp koltuğunu sağlama almak için böyle yaptı, tam bilemiyorum. Namık Kemal bu, affeder mi, affetmez, kolları sıvar, Ziya Paşa’nın yapıtına “girişir.”

Pastanın en güzel dilimi son dilimidir, en güzelini sona sakladım. Pek kullanılmayan diğer tür ise, iyicil, övücü eleştiridir. Eleştirilen yapıtı geliştirir. Henüz yazım, taslak aşamasındaki yazarlara bir ilham kaynağı olur. Yapıtın varlığının toplum nezdinde görünürlüğünün artmasını sağlar. Dili geliştirir. Biçemi geliştirir. Eleştirmeni komplekslerinden korur ve olgunlaştırır. Yazarı geliştirir. Yazarın göremediği, farkında olmadan açtığı kapı ve pencereleri, metinlerin altındaki sınıfsal, toplumsal, geliştirici, gelenekçi pistonları açıklar. okuru geliştirir, okurun yapıtı gidip alıp almamak konusunda karar vermesinde yardımcı olur, (Tutundurma, beyin yıkama değil.) anlatının, romanın, öykünün, şiirin anlaşılmasını sağlar. Günümüzde iyicil eleştiri yapılırken yayınevinin adının anılmaması gerektiğini düşünüyorum. Yazarın ve yapıtın adı bence yeterli. Dipnot harici, yapıtı, yazarı tanıtırken şu yayınevi diye yazarsak ne bileyim sanki yönlendirme yapmış gibi hissedilebilir.

Sonuç olarak sinemayı kullanarak yazın yapıtları veren Jean-Luc Godard’ın dediği gibi; “Eleştiri bize, Rouch’u ve Eisenstein’ı aynı zamanda sevmeyi öğretti. Sinemanın belli bir yönünün, başka bir yönünü dışlamaması gerektiği düşüncesini eleştiriye borçluyuz. Ayrıca vaktiyle yapılmış olanları yinelemek gereksiz olduğundan, daha dikkatli ve bilgili davrandık; bunu da eleştiriye borçluyuz….Meslektaşlarımız hakkında artık yazı yazamadığımız söyleniyor. Doğru, eğer öğleden sonra, yaptığı filmi çok aptalca bulduğunuzu yazmak zorundaysanız, o kişiyle sabah karşılıklı kahve içmek zordur; ama Cahiers’de, bizi başkalarından farklı kılan bir şey hep vardı, o da, övücü eleştiriden yana oluşumuzdu; bir filmden eğer onu sevmişseniz söz edersiniz. Sevmemişseniz, onu yerden yere vurmaktan kaçınırsınız. Yapılacak şey, bu ilkeyi korumaktır, hepsi bu.”7

İnan Sabırcan 

 Alıntılar ve Yararlanılan Kaynaklar

1.    Stanislaw Lem, Solaris, sayfa:84

2.    https://sozluk.gov.tr/

3.    https://www.turkedebiyati.org/yazi_turleri/elestiri.html

4.    Nurullah Ataç, Aramak Bulmak, Günce, 1972.

5.    Denis Dutton, aktaran S. Pinker, Boş Sayfa, sayfa:482

6.    Zahit Atam, Eleştiri Nedir?, sayfa:317

7.    Jean-Luc Godard, Godard Godard’ı Anlatıyor, sayfa 44-45