Mr. Saint What're You'nun Naaşı

 


-Yahu anlatsana şunu tekrar!

-Dinlemeye doymadın mı?

-Sen anlat ben bunları ileride yazmak istiyorum.

-Yazmak mazmak yok ne yazması ya!

-Tamam, senin adın anılmayacak, rahat ol sen, gevşe.

-Bana bak, bir kitap çıkardın diye havalara girme hemen, vakti zamanında kız arkadaşlarıma çok şiir kopya ettim, şair yarısı sayılırım, yani.

-Şu yanileri kullanmasan, şairlik yolunun üçte ikisini geçeceksin, ama neyse.

-Neyse diyerek romancı olunmuyor, dikkatini çekerim bu hususa. Her gördüğünde şunu anlattırmasan bana, sıkıldım artık.

-Tamam, o zaman. Seksen öncesi, okulda nasıl zevk için adam döverdin onu anlat bari.

-Bir dakika, ben hiç kimseyi zevk için dövmedim, hep nefsi müdafaa yaptım.

-E Uğur Mumcu kitap yazmış, Çıkmaz Sokak diye o zamanlarda. Sizin devreye giydirmiş habire. Ayrıca Ertuğrul samanlıkta saklanmış falan filan, haklı gibi duruyor….

-Çok biliyormuş o Uğur Efendi. Gazeteden sallamak kolaydı. Adamlar gelmiş elinde silah, sopa, satır, asit, “Seni öldüreceğiz, geberteceğiz” diyor, ne yapsaydık yani, kellemizi kütüğe kendi isteğimizle mi koysaydık! Saçma sapan konuşma ya! Sapıtmadım ben hâlâ. Tamam, hiçbir şeyle ilgilenmiyorum; ama bir şeyleri başaramadıkça kıvırıp, efendilere yağ çekeceğime yazlıkta domates, patates ekerim daha iyi.

 

Burada birkaç dakika sustum. Adam haklı, gelmişler “seni yok edeceğiz,” diyorlar. Ne yapacaktı yani savunmasın mı kendi hayatını. Onu boğup öldürecek bilekleri öpsün mü?

 Tabii, sırf kitap ya da yazı yazamıyor, yaşadıklarını kâğıda dökemiyor diye bütün suçu yine bu hiçbir şeyden haberi olmayanlara mı atacaklardı? Elbette onlara atacaklardı ve attılar zaten. Kimse kendi pisliğini üstlenmeyip sürekli başkasına atıyor, kural bu. Düşünmeden suçla, sakın özeleştiri yapma, uzaktan kara pampır gibi bağır dur. Kendi kafa sallayıcıların dışında kimseyle konuşma, eleştir, eleştiriyi dinleme, farklılıktan bahset ama hep uzak dur.

 Biz; iki kitap fazla okuyup havaya girenlerin, teori ve yenilik adına ruhunu büktürenlerin Uğur’un her yazdığına hemen kanması doğru değil. Yaşamadığın dönemle ilgili toptan bir kabul, toptan bir ret yanlış yöntem. Hoş, dinlemekten bıkmadığım öyküyü anlatsın, havaya girsin diye karşımdakinin damarına basmıştım. Benim yaptığım bilinçli, adice bir hareketti, hamdolsun ak kaşık değilim.

- Mr. Saint What’re You, çok büyük adamdı, onu çok severdim, kitaplarını hep aldım, okumayı denedim, okuyamadım, canımı sıktı. Sürekli yoksulluk acı, tamam biz de sıkıntı gördük, acı çektik; sanki tüm Türk edebiyatı acı, itiş kakış, bunalım, aldatma üstüne kurulu. Gerçek hayatta bıktık acıdan, bir de yazılı halini okumayı hiç çekemem, anasını satayım. Ahmet Boltan’ın kitaplarını o yüzden seviyorum iştah kabartıcı.

- Ahmet Boltan’ı geç ya, onu okuyacağıma Mr. Saint What’re You okurum. Edebiyatçıların acı, âşığına kavuşamamak, habire yoksulluk, eziyet anlatmaları sıkıcı. Bunu sanat ya da entelektüel olmanın önkoşulu sanıyorlar. Ben daha çok akışa bakmaya başladım. Yazı akacak, öncelik konudan ziyade yazıtın satırları içinde tedirgin gezinmek. Yalnız şey diyeceğim, bu bizim Mr. Saint What’re You emekli asker, halka tepeden bakma, sürekli tersleme filan... Yani ne bileyim ben o dönemi çok hatırlamıyorum, şimdi videolardan izliyorum adam biraz çılgın.

-Herkes kadar hastaydı, ne diyeyim! Çok akıllı adam, akıldan delirmiş olabilir ha! Yahu hiç unutmayacağım o günü. Temmuzun 6’sı mıydı 7’si miydi neydi, yıl 1995 Bornova yanıyor, sokaklar yanıyor, Aziz Kocaoğlu Bornova’da beyaz eşya bayii işletiyor, başkan falan değil. İzmir’de in cin top atıyordu. Sen bilmezsin o günleri Akhisar’da uydur kıydır işlerle uğraşıyordun.

-Saçma işlerim için özür dilerim, artık geç beni kapat konuyu, gençtim ben, hata ve aptallık yapmam kadar doğal bir şey olamazdı, devam et sen, bekleme yapma. Keep it up!

-Mustafa Kemal Caddesi’nden kamyon mu desem TIR mı desem öyle bir melanet geçmişti. Teker izlerinin olduğu yerde asfalt sıcaktan kenarı doğru taştıydı. Asfaltın taştığı zamanda, özel radyo kanalları yeni açıldı, ben sıcaktan evden çıkmayıp radyo dinliyordum; pat diye müzik yayını kesildi. Anons geçmeye başladı, büyük yazar Sivas katliamından sağ çıkan Mr. Saint What’re You Çeşme’de kaldığı yazlıkta geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti deyince donup kaldım. Öyle güçlü, öyle hakiki bir adamdı ki. Neyse moralim çok bozuldu, hatta bir daha moralimi öyle bozamadım, öyle yani. Morali çok bozunca akıldışı, mantık dışı işler yapabilir insan. Sonuçta tür olarak zayıf yaradılışlıyız. Hepimiz bir kuluz. Haberin etkisiyle bunalınca dışarıya attım kendimi, yürürken kendi rüzgârımda belki serinlerim dedim. Düşün o zaman klima yok, kalp krizinden ölen ölene. Evde çeşmeler kaynıyor, gâvur gibi kaynıyor of ki of. Hele Çeşme nasıl kaynıyordur, zavallı Mr. Saint. Şapkamı ıslattım, ana caddenin ara sokaklarından birinde mahalle çocuğum ve hemşehrimiz, iş takip dükkânı açmıştı. Onun yanına gideyim sohbet eder, kafa dağıtırız diye düşündüm. Neyse girdim içeriye, merhaba fasılları falan filan…

-Var ya bu falan filan lafı, Murat Document’ın fiks lafı, deme falan filan diye aklıma geliyor, dengemi yitiriyorum, Murat’a Metin Lokumcu için yazdıklarından çok kuruluyorum.

-Oha be, adam bırakmadın piyasada. Sanki babanın oğlu Muratmışmış. Onca kitabı var, adam profesörr, Sayın Murat Document diyeceksin, saygılı olacaksın. Ona kız, bunu beğenme, ona kulp tak, oğlum sen neyine güvenerek dalıyorsun herkese? Burun kıvıracağına çok biliyorsan çık kendin yaz be! Ha! Nerede kaldım, gittik oturduk büroda, dedim böyle böyle Mr. Saint öldü falan filan, duydum dedi. Neyse bunun fazla bir işi yokmuş o gün, dur bakalım deyip telefon etti. Ege’de hastanede çalışan akrabasına telefonla ulaşamayınca bastık gittik hastaneye. Tabii o zaman akıllı telefon filan yok, denk getirdin getirdin, getiremedin unut yani. Bunun akrabasını bulduk, eleman öğleden sonra morgun oralarda arazi olup kuytuda sigara içiyormuş zağar, oracıkta kestik cezayı, birer tek sigara fişekledi, çay söylettik keranacıya. Mr. Saint’in mevta nerededir, ne yaparız, nasıl ulaşırız derken ölümündeki diğer ayrıntıları öğrendik. Meğer Mr. Saint Çeşme’de bir arkadaşının yazlığında vefat etmiş, misafirlikte. Bu hani şey vardı, Ahmet Piriştina, bizim göçkolardan biliyorsun.

-Biliyorum, efsane başkandı Ahmet Piriştina.

-90'ların başında Ahmet başkan değildi, Yüksel Çakmur başkandı, Piriştina’yı Tansaş’ın genel müdürü yapmıştı. Neyse Ahmet Piriştina’nın Çeşme’deki yazlığında ölmüş Mr. Saint. Bizim hademe, arkadaşını aradı, hademe deyip geçme, doktora ameliyat öğretir, korkacaksın onlardan. Çeşme savcısı Bornova’daki adli tıbba göndermiş, biz hoop Ege’den ver elini adli tıp. Adli tıbba gittik, ülen bakıyorum bir iki kişiyiz. Patikada şaşırmış, adli tıbbın önünde bir iki kara pampır dolaşıyoruz, yer gök sivil zarvo kaynıyor. Bir yandan korkuyorum işim var, ailem var, çocuğum var, ben ne arıyorum burada diye düşünmedim değil. Aptallığın, ucuz kahramanlığın âlemi yok, koca Urusya tamam demiş bırakmış bu işleri, ben miyim dünyadaki tek enayi? Haydi, bir gençlik macerasıydı, geldi geçti, abartmanın kendi kuyruğunu ısırmaya çalışan köpek gibi konuya takılı kalmanın âlemi yok. Tabii ben, için için bekliyorum binlerce insan eski günlerin hatırına çıkıp gelecek, dünyaca ünlü yazar, keskin kalem, bir kere bile merhaba demediğimiz, Mr. Saint’i son yolculuğuna uğurlayacağız falan çok bozuldum tabii, belli etmiyorum ve tırsıyorum ama az tırsıyorum.

-Ar davasına yine kuyruğu dik tutuyorsun. İnsan olan korkar yani, saklama bunu, bence sorun yok.

-Aynen. Saklama filan yok, nereden çıkardın, delikanlı gibi diyorum işte korktum azıcık diye!

-Eee, sonra?

- Adil tıptan naaşı alacağız, bunun bir oğlu var sakallı bir şey irimence. Sinirli hareketleri var yani babası ölmüş sonuçta, kolay değil. Bornova kaymakamı tutturmuş illa göreceğim Mr. Saint’i diye, atladık cenaze arabasına gittik. Bornova meydanını biliyor musun?

-Biliyorum, Santa Maria Kilisesi’nin oradaki meydanı diyorsun değil mi?

-Ha evet, aynen Hükümet Konağı meydanı işte, onu diyorum. Camdan şöyle göz ucuyla bakıp evrakları filan imzaladı. 15-20 kişiyi bulduk biz kara pampırlar. Kalabalıklaşmamız dikkat çekti herhalde, bıyıkları sarkık bir herif geldi yanıma “Ağabey, kimin cenazesi” diye sordu, dedim “O Mr. Saint What’re You.” Sarkık bıyığın bir koşuşu vardı hâlâ gözümün önünde.

-Çay dolduruyorum?

-Doldur, demini fazla koy, açık çayı sevmiyorum.

-Tamamdır.

 Çayları koydum, bir iki fırt çekti, gözlerini boşluğa dikip kaşlarını aşağı yukarı oynattı, yüzünde acı vardı, acaba bana anlattıklarından mı pişman oldu, bilemiyorum. Derin nefes alıp, pof diye yüzücüler gibi nefes verip anlatmaya devam etti.

 -Anlattıklarım iyi şeyler değil istersen burada keseyim, gençken on kişiye nasıl dalıp dövüp, dayak yemiştim, onu anlatayım.

-Yok, istemiyorum onu çok dinledim. Devam et sen bu daha iyi.

-Bir araba bulduk, sanırım diğer gelenlerden birinin arabasıydı, o zaman düşün bak araba almak ev almaya eşdeğerdi, araba almak için fabrikada kuyrukta bekliyordun. Rezilliğe bakar mısın, gazeteler kuponla buzdolabı, televizyon falan dağıtırdı. Kupon topladım çok. Araçla tahminen bir saatte Adnan Menderes Havaalanı’na vardık. Baktım bizim sayı 50-60 kişi olmuş, ben hâlâ binleri bekliyorum, ama gelen giden yok. Gelenlere sordum, nereden duydunuz geldiniz diye? Radyodan duymuşlar, Çamdibi’nin göçko işçileri duygulanıp ne dediğini çok anlamasalar, kitaplarını hiç okumasalar bile delikanlı olduğuna ikna oldukları Mr. Saint’i son yolculuğuna uğurlamaya gelmişler.

O ara bir slogan patladı, irimence oğlu adını bilmiyorum onun.

-Ali mi Ahmet mi hangisini diyorsun?

-Ya bilmiyorum işte, iri olan.

-İkisi de iri.

-Ukala olan. Elini beline koyup duran.

-İkisi de ukala.

-Öf tamam, ikisinden biri ha Ali ha Ahmet.

-Yine başladın, babanın oğlu gibi Ali, Ahmet filan.

-Bende gerontokratlık yok.

-O ne be!

-Haydi devam et sen, gerontokrasi, demokrasi gibi bir şey işte, çok eşeleme.

-Tamam, işte bu kadar. Mr. Saint’in oğlu “Aman arkadaşlar babam böyle uğurlama istemedi. Son arzusu sessiz sedasız, törensiz, mezar taşsız bilmem nesiz gömülmekti, yapmayın etmeyin” deyip bizi susturdu. Dedim ya en başta, acı, sıcak, can sıkıntısı üst üste gelince, dur, çüş, deh kavramları sapıyor. Ne işim vardı o havaalanında?

-Öyle düşünme, sen doğru olanı yapmışsın, Mr. Saint’in aklından başka bir şey geçmiştir. Ee, sonra?

- Sonra mı, Mr. Saint’in son isteği kabul oldu, tabutu uçağa yükleyecek adam sayısı yetmedi, biz iki Akhisarlı tellerden atladık, tabutu uçağa yerleştirdik.

 

İnan Sabırcan