Nee! Yusuf ATILGAN mı? Star Tırrek Discovery'deki mi?
Geçen yıl nisan ayında, İzmir Tüyap’a gelen öğretmen bir arkadaşım, Deniz Hoca demişti; İzmir Tüyap’a gelen ziyaretçiler roman ve şiir arıyormuş.
Suriyelileri, diğerlerini,
hallettik sıra gariban Romanlara ve şairlere mi gelmişti? :)
Şaka tabi yazdıklarım.
Yayın evleri stantlarında asık
suratlı kirli sakallı, kılık kıyafeti garip insanların kitap almazsanız sizi
döveriz bakışlarına aldırmadan Deniz hocayla yürüyüp sohbetimize devam ettik.
Kimsenin giyim kuşamını
yargılamak haddime düşmez ama esnaflık yapıyorsan biraz üst başa dikkat etmek
gerekir diye düşünüyorum. Giyinmeyi bilmiyorsan, kopya çek, yazmayı
beceremiyorsan mesela büyük yerden arakla, arakla ama belli etme.
Her daim tebessüm et, büyük
esnaflara bak mesela, yumurta gibi suratlar, traşlı keltoş kafalar, keskin şıp
diye her şeyi anlayan bakışlar, en az 800 kayme gözlük çerçeveleri, yüzlerine
sövsen daha bir sevimli gülmekteler.
Fuarda fiyatlar geçen yıl
internet fiyatlarının hemen hemen aynısıydı. Fiyatların aynı olduğunu hepimiz
biliyorduk, biz fuara gelmeyi orada bulunmayı seviyorduk, çarşamba pazarına
gelip gezmeyi seviyorduk.
Fuar çok kalabalıktı, insan
yığını. Hepimizde belli belirsiz bir gerilim var. Affedersiniz ama bunu böyle
yazmak durumundayım, manyağın biri çıkıp Allahu Ekber! diye bağırıp kendini
fuarın orta yerinde havaya uçurur mu uçurur korkusu içindeydik.
Arada kaynayıp, koltuk altına
gider miyiz korkusu içindeydik, sorsan yok ya öyle bir şey, gerginiz işte ne
bileyim.
Deniz hoca, imza günü yapan
yazar kardeşinin yanına yardıma gitti, reyonları geziyorum, tanınmamış, tanınsa
bile çok bilinmeyen öykü kitapları ve romanlar arıyordum, adı lazım değil bir
yayın evinin önünde durdum, kitapları incelemeye başladım. Dalmışım. Biri beni
omzumdan yüklenerek itti. Ne oluyor be diyerek arkamı bir döndüm, topalın
koruması izbandut gibi genç bir çocuk, izin verin izin verin diye hepimizi
ittiriyor, korumaların arasında aksayarak yürüyen, deli, çakmak bakışlı topal
bir adam.
Hey yarabbi şansa bak, koskoca
İzmir’de bana aksak bir topal düştü. Hay ben böyle…
Hakkını yemeyeyim, itilince ne
oluyor be diye kızıp ses yükselttiğim koruma geriye dönüp, ağabey, kusura
bakma, gerçekten ya, dedi.
Yusuf Atılgan’ın kitabını o
gün reyonda gördüm, Bütün Öyküler kitabının fotoğrafını telefonla çekip listeme
aldım.
Aylar sonra başka bir
arkadaşımla Alsancak’ta kafede otururken bana aynı kitabı önerince vaktin
geldiğini anladım ve kitabı edindim.
Yusuf Atılgan, Manisa’nın
Hacırahmanlı kasabasından. Ömer Kavur’un Anayurt Oteli filmini izlerken,
yazarın diğer bir kitabı Aylak Adam’ı okurken, dışa vuramadığım soruların
yanıtını Yusuf Atılgan’ın Hacırahmanlılı olduğunu okuduğumda buldum.
Hacırahmanlı kasabasına ilk ve
son gidişim aklıma geldi. İki ya da üç yıl önce iş yerinden bir arkadaşımın
babası vefat etti. Hacırahmanlı’ya gittik, kasabaya girdiğimizde meydanda
bulunan cami, caminin karşısındaki kaldırımda durup sigara içen, biz
“yabancıları” izleyen kasketli dayılar, hep bir parça eksik ve unutulmuş,
kirişleri tam tutmayan içinden at arabası, traktör geçecek büyüklükte tahta
kapılarla karşılaştım.
O gün Hacırahmanlı’nın,
bitmeyen can sıkıntısının, insanların burada sıkıntıdan ölüp gittiğini
düşünmüştüm.
Bütün Öykülerini ikide bir
evirip çevirip okurken demek Yusuf aga buralı ha! diye tekrarlıyordum.
*Öyküler arasında Evdeki adlı
öykünün konusu, evde kalmış lise mezunu bir kızın, annesi, akrabaları ve evin
dışındaki hayatla olan bağını incelemiş. Evden dışarıya çıkmaya erinen kız, dış
dünya ile bağını sürekli önünde geçirdiği pencere üzerinden kuruyor.
Yazar, kızın, dış dünya ile
temas korkusunu, kız başına sokaklarda dolaşmaması gerektiği sözlü kuralını,
evden çıkacaksa ancak koca evine çıkmalı mesajını, evde kısılıp kaldıkça
tükenmişlik hissine yol açmasını A4 kâğıda bir buçuk sayfa yazıyla
anlatabilmiş.
**Yaşanmaz öyküsünde ise
hayatına son vermek isteyen devlet memurunun adsız bir kentte canına kıymadan
önce ona iyilik yaparak kendisini öldürmesine engel olan insanları öldürmesini
konu almış. (Ben okurken kent ve mekân olarak kesin Manisa merkez, Beyaz Filin
önü diye düşündüm.)
Gerek Aylak Adam kitabında
gerekse Bütün Öyküler kitabında yazara ait üslup ve olaylar örgüsü kekremsi bir
tat bıraktı bende. ‘Evet, ben Yusuf Atılganım ve tüm eski kuşaklar gibi tiyatro
hevesim var, hep replik hep replik!’
Anlatı dili olarak, bazı
öykülerinde, dış anlatıcı ses, göz kullanmış bu kuralı çiğnemeyip öykülerin
bütünlüğünü korumuş. Bazı öykülerde ise yazarı başka bir adla yan karakterlerde
görebiliyorsunuz.
Dikkat dağınıklığından
mustarip olanların, telefonuna durmadan ileti gelenlerin bir telefon ekranına,
bir öykülere bakmanın acıya neden olacağını söyleyebilirim. Bazı işleri
yaparken iki üç tanesini aynı anda yapabilirsiniz, kitap okumak öyle bir iş
değil. Yusuf Atılgan’ın öykülerinden tat almak istiyorsanız, telefonun sesini
kısmalısınız.
***Eylemci adlı öyküsü hoşuma
gitti. Adı duyunca hemen, aha Yusuf konuya girdi diye sevinmeyin, buradaki
eylemci ‘sizin’ hayalinizdeki olmayabilir.
Emin Tınoğlu adlı, herkesi
solcu diye ihbar edip öğretmenlikten attıran, İleri adlı berber dükkânına berber
bu adı dükkâna koydu diye bomba atan, komşunu arayıp sürekli ölümle tehdit
eden, emekli olmadan önce kucağına liseli kızları ve oğlanları oturtup onlarla
eğleşen bir okul müdürü ve sevgili eşinin hayatına dair anekdotları okuyoruz.
Öyküde karısına söyletilen bu sözleri okurken çok kahkaha attım, karısı, Emin
Tınoğlu’nu anlatıyor: “Hep kuşkulu, güvensiz, belki benden kuşkulanıyor.
Solcular sarmış her yanı, köklerini kazıyacağız, diye bağırırken kimi zaman
dişleri fırlıyor ağzından.” (sf:105)
Geçen yıl, ne okuyalım ya, yok
mu Türkçe roman moman, şiir miir diye aranan sevgili okurlar, Yusufabinin Bütün
Öyküleri var onu okuyun.
İnan Sabırcan