29.Ekim.1923 CUMHURİYET'İN ANLAMI üzerine



Ön Not ile Birlikte Yeni Yazı

Gelecekte bir yerde nesiller tarafından internet “çöplüğünde” bulunduğunda haydi ya bunu da söyleyenler de varmış vay be diyecekleri bir yazı olmasını istiyorum.

Fanatik futbol taraftarları, yarı cahil insanlar, holiganlar gibi davranmayıp, savunduğu kavramın, yapılanın, başarılanın, cumhuriyetin ne olduğunu anlayarak bir cumhuriyet kutlaması yapmanızı temenni ederim. Bu temennimin ötesine geçebilen tüm insanlara ekstra selam olsun. Laik Cumhuriyet Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum.

Sonradan muhalif, sonradan aydınlanmacı, sonradan modernist gazetecilerin o yarı çığırtkan seslerinin, kendine “solcu” “kemalist” hatta “sosyalist” süsü veren, dünya görüşü ise sadece vekil olmak ve parti başkanı ya da yöneticisi kalmak olan basın açıklaması müdavimi, fenomenlerin gargarasına kurban gideceğini bilsem de bu yazı burada dursun.


29.Ekim.1923 Cumhuriyet’in Anlamı üzerine

24.Temmuz.1923 tarihinde Lozan'da cetvelle devlet çizenlerin temsilcisi Lord Curson yenilgiyi kabul edip şu cümleyi kurdu: "Hitherto we have dictated our peace treaties. Now we are negotiating one with the enemy who has an army in being while we have none, unheard of position."

Alıntı tercümesi: “Şimdiye kadar barış antlaşmalarını biz dikte ettik; bu sefer, ayakta duran bir ordusu olan bir düşmanla, maalesef bizde böyle bir ordu yok, masaya oturduk; bu duyulmuş bir şey değildir."
Dünyada ulus devletlerin kuruluşlarında sınırlar, sancılı, tartışmalı, kanlı, barutlu ya da büyük devletlerin cetvelleriyle gerçekleşti. Bu cetvel Anadolu için de çalıştı, Sevr anlaşması Osmanlı yöneticilerine imzalatıldı, bunu kabul etmeyen direniş ve Osmanlı eski generalleri tarafından silahlı bir mücadele verilerek, tartışmasız bir şekilde tarihin çöplüğüne atıldı. Lord Curzon'un barbarlara diz çöktük serzenişi şahsi kibrinden ziyade, alemlere nizam veren İngiltere yönetim kültürünün ürünüdür. Burada şöyle bir hipotez kurabiliriz, Osmanlı Devleti’nin, bitip Türkiye Cumhuriyeti'nin başladığı tarih diyebiliriz. Cumhuriyet ise devletin yönetim şekli olması için üç ay boyunca hazırlığı yapılan bir süreçti. Bir halk kendi kendini yönetmeyi, büyük ulus devletler arasında yerini almayı, bir kabile, aşiret, aile, muz cumhuriyeti değil, kendi başına var olmayı seçtiği yıldır, 29.Ekim.1923. Bu çaba ve kavga ile elde edilen, zaferle sonuçlanan bu güzel günde, tüm toplumu kapsayan, laik, ilerlemeci, tam bağımsız ya da kendi sözünü de sakınmayan söyleyebilen, teknolojiyi, demokrasiyi, hukuku, toplumun ve eski yeni nesillerin gelişmesi için kullanan bir cumhuriyete dönüşebilmesi dileğimi tekrarlıyorum.
Cumhuriyet kavramının, kaynağını nereden aldığını, kurucu felsefenin ne olduğunu bilmenin kaynağı olarak sevgili, sayın emeritus hoca, Zafer Toprak'ın kitabını öneririm.
Ayrıca Zafer hocanın Toplumsal Tarih Dergisi’nde yayımlanan “80. Yıldönümünde Lozan Barış Antlaşması” makalesinden çıkarılan aşağıdaki pasajı okumanızı öneririm.

“Çağımızda ulus devletlerin doğuşu sancılı bir süreçten sonra uluslararası toplulukça kabul görmüştür. Kimi ulus devletlerin yapay bir biçimde düvel-i muazzama diye bilinen büyük güçlerin masa başında cetvelle çizdikleri sınırlarla oluşturulurken, kimileri de kanla, barutla inşa edilmiştir. Hele gecikmiş uluslaşma süreçlerinde bu çok daha belirgindir. Cihan Harbi ertesi birçok devlet ya da devletçik sınırı “ulusların kaderlerini tayin ettiği” görüntüsü verilerek o topraklarda yaşayanların iradeleri dışında belirlenmiştir. Özellikle Ortadoğu’da düvel-i muazzama, kendi çıkarları doğrultusunda “ulusal” birimler oluşturmuştur. Bunun en aşırı örneği Sevr’dir. Bu nedenle ulusal kimliğin tanınması karmaşık çıkar ilişkileri sonucu geniş bir zamana yayılmıştır.

Ulusal kimlik, ülke bireyinin yurduyla bütünleşmesi kadar uluslararası camiada da meşruiyet kazanmayı gerektirir. Ulus devlet, yurttaşın inşası kadar uluslararası alanda kabul görmeyi şart koşar. BU açıdan Lozan’la Cumhuriyet bir bütündür. 24 Temmuz 1923 ile 29 Ekim 1923 yeni bir ulus devletin doğuş sürecinin dışa ve içe dönük boyutlarını simgeleyen iki önemli dönüm noktasını oluşturur. Lozan Barış Antlaşması ve Cumhuriyet’in ilanı bir oluşumun, ulus devlet kuruculuğunun iki farklı yönüdür.

Cumhuriyet Türkiye’sine giden yolda ulusal kimlik girişimi Batı’ya rağmen gerçekleşti. Bağımsız kimliğin oluşması ve uluslararası toplulukça tanınması ulus devletin kuruluşundan önce geldi. Nedeni Batı’ya karşı bir mücadelenin verilmiş oluşuydu. Bir başka deyişle ulus devletin Türkiye Cumhuriyeti adı altında kurumsallaşması savaşarak kazanılmış bir zaferin uluslararası topluluğa kabul ettirilmesi ertesi gerçekleşti. Bu kabul sürecine son noktayı koyan Lozan Barış Antlaşması’ydı.

Temelleri modern tarihin derinliklerine uzanan, sömürgecilik boyutuyla 19. Yüzyılda güçlenen ve bağımlılık ilişkileri üzerine kurulu bir düzenin ya da emperyalizmin dünya tarihinde ilk sorgulanışı Lozan’da gerçekleşmişti. Osmanlı pratiğinde “kapitülasyon” diye nitelenen ve ülkenin iç işlerine karışma yetkisi veren ayrıcalıklar ilk kez Lozan’da masaya yatırıldı. Düvel-i muazzama diye bilinen gelişmiş Batı, kapitülasyonlarla idari, mali, iktisadi, dini, kültürel ve siyasi ayrıcalıklar elde ettiği, kendine bir anlamda bağımlı kıldığı bir ülkeyle ilk kez Lozan’da masaya oturdu ve oluşmakta olan çağdaş uluslararası hukuk normları doğrultusunda eşitlik ilkelerini Batı’nın tekelinden çıkaran bir antlaşmaya imza attı; hem de üç yıl gibi kısa bir süre önce haritadan sildiği bir devletin temsilcileri karşısında zımnen de olsa bir yenilgiyi kabul ederek.

Osmanlı Devleti, Almanya safında Cihan Harbi’nde yeni düşmüştü. Galip devletler diğer mağlup ülkelere direttikleri ağır barış koşullarının katmerlisini Osmanlı’nın önüne koymuş ve hanedan ı simgesel bir düzeye indirgeyerek topraklarını paylaşmıştı. Sevr, Türkiye tarihine bir kara leke olarak geçti. Mustafa Kemal öncülüğünde Ankara, Saray’ı da karşısına alarak, bu ölüm fermanına karşı başkaldırmış ve Millî Mücadele diye bilinen direnişe geçmişti. Direniş başarıyla sonuçlanmış ve uluslararası planda Lozan ile ulusal kimlik Batı’ya onaylatılmıştı. Küçük Asya macerası daha önce Venizelos’u dize getirmekle kalmamış, İngiltere’de de kabineyi alt üst etmişti. Lloyd George, Yunanistan’ın “Küçük Asya” macerasını sonuna kadar desteklemiş, bu macera kendi iktidarının da sonu olmuştu. Kasım 1922’de yeni kurulan Bonar Law kabinesinde Lord Curzon yeniden dışişlerini üstlenmiş, apar topar Lozan’a görüşme masasına oturmuştu.

Dünyaya yeni bir düzen vermek üzere Paris Barış Konferansı’nda bir araya gelen birçok ünlü şahsiyet Lozan’da boy göstermişti. Poincare, Venizelos, Bulgaristan’dan Stambolinski bunlar arasında yer almıştı. Yeni sima olarak Mussolini ve Georgi Çiçerin (Sovyet Dışişleri Komiseri) gözleniyordu. Amerika, Avrupa’dan elini eteğini çekmeyi yeğlemiş,salt gözlemci olarak Richard Child ve Joseph Grew’u göndermişti. Lord Curzon toplantının ilk yarısında İsmet İnönü’nün önüne barış şartlarını koymuş, daha doğrusu dikte etmiş ve masadan ayrılmıştı. Bu sanki bir ültümatomdu. Tren istasyonunda Londra treninin kalkışına kadar İnönü’nün pes etmesini beklemiş, ama umduğunu bulamamış ve Londra’ya eli boş dönmüştü. İkinci kez masaya oturulduğunda Curzon artık blöflerle sonuç alamayacağını görmüş, gerçekçi olmayı yeğlemişti. Bu açıdan Lozan, Cihan Harbi’ne son veren ve Paris Barış Konferansı’nın ürünü olan Versailles,Trianon, St Germain, Neuilly, ve Sevr’den çok farklı bir antlaşmaydı. Lord Curzon, görüşmeler ertesi yenilgiyi kabul etmişti ve “Şimdiye kadar barış antlaşmalarını biz dikte ettik; bu sefer, ayakta duran bir ordusu olan bir düşmanla, maalesef bizde böyle bir ordu yok, masaya oturduk; bu duyulmuş bir şey değildir” diyordu. (Hitherto we have dictated our peace treaties. Now we are negotiating one with the enemy who has an army in being while we have none, unheard of position)

Sevr ve Lozan bu açıdan Cumhuriyet öncesi Türkiye’nin kaderini belirleyen iki önemli antlaşmaydı. Bu iki antlaşmayı bağımsız düşünmek olanaksızdır. Uluslararası platformda Türkiye’nin varoluş sürecini, bu arada Millî Mücadele’yi bu iki antlaşmanın ışığında anlamak gerekir. Bu nedenle Osmanlı’yı çökerten Sevr ile Lozan’daki başarı arasındaki bağ Millî Mücadele’nin ta kendisiydi; silahlı mücadeleydi. “

Kaynakça:

Erişim Tarihi:28.10.2025, https://www.odatv.com/diger-haberler/zafer-toprakin-veda-yazisi-63237255

Erişim Tarihi: 28.10.2025 https://www.teoridergisi.com/prof-dr-zafer-toprak-roportaji-1-dunya-savasindan-cumhuriyete-turkiyede-devletcilik

Erişim Tarihi: 28.10.2025 https://arastirma.bogazici.edu.tr/tr/toprak-z-80-yildonumunde-lozan-baris-antlasmasi-toplumsal-tarih-115-64-71-2003


#29ekim #zafertoprak #Atatürk #cumhuriyet #laiklik #Türkiye